TÜRKİYE’DE ÇEVRE POLİTİKALARI
22 Mayıs 2024, Çarşamba 16:19Stockholm’den (1972) günümüze Çevre Politikalarının önemli belirleyicileri aktörlerden biri, devletlerdir. 1970’ler Dünyası Kapitalist, Sosyalist ve Üçüncü Dünya Bloklarından oluşuyordu. Kapitalizmin karşısında yer alanlar,yoksulların çevre sorunlarını Stockholm’ün gündemine sokmuşlardı. Sovyetler’in 1990’da dağılmasından sonra gelişmiş,az gelişmiş ülkeler bloklaşması, günümüzde Kapitalist Güney ve Kuzey Kapitalist devlet blokları arasında sürüyor. Çevre politikalarının ikinci önemli aktörü ise sermayedir. Çevre politikalarının kurduğu düzen, öncelikli olarak sermayenin çıkarlarını gözetmektedir. Kapitalist söylem,Stockholm’de tedavüle soktuğu “tek bir dünyamız var” söylemini izleyen yıllarda da hakim kıldı. O gün bu gündür yenilenen bu söylem, herkesi çevre sorunları bakımından eşitmiş gibi sunarak çevre politikalarında sermaye çıkarlarını gizlemektedir. Başka bir söylemle, kapitalist devletlerin ve şirketlerin hakim olduğu uluslararası çevre politikalarının oluşum süreçleri,işçi, emekçi sınıfların ve doğal varlıkların yararını korumaktan çok uzaktır. Bu süreçlerde sermayenin etkisi o kadar açıktır ki, Stockholm’den bu yana geliştirilen Çevre Politikası araçlarının çoğu piyasa ekonomisi çerçevesinde (ticarileştirme, metalaştıran, kuralsızlaştırma…) sermaye lehine yeniden kurallaştırma düzeneklerinden oluşmaktadır. Stockholm Konferansı’nın Türkiye’ye yansıması ile 1978 yılında Çevre Müsteşarlığı kuruldu.1982 Anayasa’nın 56 maddesinde Çevre Hakkı düzenlendi. 1983 yılında Çevre Kanunu,ayrıca Milli Parklar Kanunu,Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve Boğaziçi Kanunu çıkarıldı.İzleyen yıllarda Çevre hakkı ve bu kanunlara dayanarak açılmış davalarda Ekolojik Mücadele bir çok hukuksal kazanım elde etti. Stockholm’den günümüze kadar Türkiye’nin de içinde yer aldığı devletlerin uygulamaya koyduğu Çevre Politikaları; kurdukları çevre yönetimleri, ekolojik sorunlarının nedenlerini Kapitalist Üretim Tarzı’nda ve sömürge ilişkilerinde aramadı. Bundan dolayı da söz konusu Çevre Politikalarında başarılı olunamadı. 1987 yılında yayınlanan Brundtland Raporu 1990’lı yıllarda gündeme gelen, Ulusal Çevre Stratejisi ,Eylem Planı ve AB’nin benimsediği Çevre Politikaları; Türkiye’de Çevre Politikalarına dönüştü. 1987 yılında yayınlanan Brundtland Raporu’nda yeralan çevre korunması,İktisadi büyüme ve toplumsal adalet tüm dünyada Sürdürülebilir Kalkınma,Çevre Politikasının benimsenmesini getirdi. Sürdürülebilir Kalkınma stratejisinin katılımcılık söylemine uygun olarak çevreci sivil toplum örgütleri 1990’lı yıllarda ortaya çıktı ve 2000’lerde sayıları hızla çoğaldı. Uluslararası ve Ulusal fonlar tarafından fonlanan çevreci STK’lar,Kapitalizmle harmanlanmış çevre politikalarına Türkiye’de destek verdiler ve meşruiyet sağladılar. 3 Kasım 2002 yılında iktidara gelen siyasal islamcı AKP döneminde ekolojik yıkım,önceki dönemle kıyaslanamayacak kadar korkunç bir hal aldı. 1983 yasaları çoğu hükümleri bu dönemde de yürürlüktedir, ama sürdürülebilir kalkınma ilkeleri,hedefleri, stratejisi,çevre mevzuat hükümleri ile bunların uygulanması arasındaki farklılıkları, AKP döneminde çok net olarak gözlemek mümkün. Öte yandan, kimi düzenlemelerde korumayı yok edecek biçimde değişiklikler de yapıldı. Çevre Kanunu’nun öngördüğü Çevresel Etkisel Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliği on yıllık bir gecikmeyle 1993 yılında çıkarılmıştı. Yönetmeliğin, AKP döneminde çevrenin korunmasına yönelik maddeleri onlarca kez sermayenin lehine değiştirildi. Ayrıca AKP döneminde Çevre Bakanlığı ÇED’ler de sermaye lehine olumlu görüş vermesi kurala dönüşürken, çevreyi korumak için olumsuz görüş vermesi ise istisnadır. AKP’nin Çevre Politikası ; devlet aygıtıyla, emeğin,çevrenin ve doğal varlıkların sermaye birikimi ne dönüştürülmesi sağlandı. Bunun sonucu olarak, Türkiye’de Ekolojik Yıkım derinleşti!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum